SANDIK

 

Birtakım mektupları içine koymak niyetiyle bu gece, vaktizamanında yine de güzel mukavva bir bavul olan, yanıma alıp hayata atıldığım, Üsküp’ten getirdiğim eski sandığımı açtım. Evden ayrıldığımda, Platon’u, Andriç’i ve Dostoyevski’yi onun içinde beraberimde sürükleyip durdum; fakat kısa bir süre sonra, o, tamamen doğal bir şekilde, geçmişin elde taşınabilir deposu, “eski sandık” oluverdi. Geçen bütün bu yıllar boyunca, sandığın içinde kilitli olan, o dalgalı ve gençliğin sis perdesi ardında kalan zamanı yavaş yavaş gözden geçirmeme ve her şeyi -olay olay, duygu duygu- yerli yerine koymama olanak tanıyacak bir huzura kavuşmayı hayal ettim durdum. Tabii ki hiçbir zaman bunda başarılı olamadım. Zamanın geçmesiyle birlikte, bu isteğim giderek anlamını yitiriyor gibime geliyordu; yeni olaylar beni ileriye çekiyor, yeni planlar, eski, gerçekleştirilmemiş olanları saf dışı bırakıyordu. Böyle olmakla birlikte, belki de bizi ileriye gitmeye iten hayatın kendi büyüsünden daha güçlü bir çeşit önsezinin etkisiyle, ben, eski sandığımın içindeki her kırıntıyı, her afişi, her davetiyeyi, çoktan unutulmuş işlerle ilgili birtakım tuhaf sözleşmeleri, bir de fotoğrafları, fotoğrafları… ve elbette ki mektupları büyük bir kıskançlıkla koruyordum. Bu bir yığın kıvır zıvırı, çoğunlukla yorgun bir hâlde içine koyduğumdan, neredeyse hiçbir zaman sandığın kapağını ardına kadar açtığım olmadı. Hafifçe eğilmiş vaziyette elimi karyolanın altına uzatır, tozlanmış sandığı yarıya kadar dışarı çeker, mektupları, fotoğrafları ve diğer şeyleri içine atardım. Bunu yaparken de hiçbir zaman sandıkta, içine bir şeylerin daha koyulabilmesine yer olup olmadığını düşünmüyordum bile. Sandık ise sürekli olarak yeni yeni içerikleri içine almaya devam ediyordu.

İşte, şu anda, sandığın içinden nelerin nelerin çıktığını görünce bunca şeyin bu kadar küçük bir yere nasıl sığabildiği karşısında hayrete düşmekten alamadım kendimi.

Bu durumda birdenbire anladım. Bu, geçmişin dibe çöküşü, yığılıp sıkışması yüzündendir! Mezarın yavaş yavaş içten çöküşü gibi. Dünyevî şeyler yitiyor, geriye anlamlar kalıyor sadece. Anlamlar ise doğaları itibarıyla öz olan şeylerdir. Anlamlar kendiliğinden değişmezler. Onları çözümlenmeleri değiştirebilir ancak…

Eski sandıklar önemlidir; çünkü başka bir hayatın ortaya çıkışı onları sildiği ya da başka bir sandık için farklı anlamlar ürettiği zaman bile anlamları korurlar.

Geçen bu birkaç yıl içinde neler neler olduğuna bir bak hele; insanları ezip yongalar misali etrafa saçıp savuran, ortak yazgıları ayıran, aynı başta bulunan gözleri birbirine düşüren o dehşet verici akıl tutulması, o karanlık atacılık. Her şeye rağmen benim, kendi sandığımı sürekli kapalı tutmam gerekirdi belki de. Belki onu her açışımda birer kötülük, birer isim sıvışıp gitmişti içinden. Sandığımın karanlığı, trajedinin öte tarafında önemini yitiren birlikteliğin içinde yığılıp sıkışan bütün o insanlar, o cümle anlamlar şimdi neredeler kim bilir? Onların pek çoğunun izi silindi gitti. Nereye kayboldular, ne işle meşguller acaba? Aralarından bazıları, kötü bir zamanda farkına varamadıkları kendi düşüncesizlikleri ya da enayilikleri yüzünden içlerini kemiren vicdan azabının acısını çekiyorlar mı acaba? Aslında bu, böylesine birbirinden farklı, bazıları ise kesinlikle ve ölümüne düşman olanların, benim eski masum sandığımda işleri ne?

 

Çeviren: Suat Engüllü

http://www.facebook.com/suat.engullu